Nisan

29 Nisan Cuma
Sabah erkenden kalkıp erkek arkadaşımın yanına gittim. Doğum günü öncesinde görüşme fırsatımız olduğu için ona hediyesini verdim ve tüm gün beraber vakit geçirdik. Tekirdağ büyükşehir olarak isim almış olsa da aslında küçük bir yer ve merkez olarak gidilebilecek yerler kısıtlı. Ama yine de sahili ve havası gerçekten insanın içini açıyor. Biz de bugün fazlasıyla kaliteli ve kültürlü bir gün geçirdik. Normalde böyle arkadaşımla bu tarzda vakit geçiremem ama gerçekten zevk aldığım bir gün oldu. bu ay blog için yayınlamayı düşündüğüm bir kitap incelemesi yapacaktım. Zaten genelde benim kitapla ve filmle ilgili olan incelemelerim pek inceleme tarzında olmuyor. Sanki bodoslama olayı anlatıyormuşum gibi ve okuduğumda ne düşündüğüm nasıl bir bakış açısıyla baktığımı yazmadığımı farkettim. Ama sorun etmedim sonuçta burası benim kendime özgü bir platformum. Bu biraz iki konu birleşik bir yayın olabilir. Öncelikle günün özetini aktarmak istiyorum. Hem de Tekirdağ'ı tanıyabilmeniz için biraz fikir olsun. Sahil şehir merkezinde yer alıyor denizi güzel fakat biraz kirlendiğini farkettik. Ekolojik denge hiç iyiye gitmiyor buna dikkat etmemiz gerekiyor. Doğaya iyi davranmaya özen gösterelim. Güzel bir kahvaltı için değirmenaltı mahallesi namı diğer üniversite öğrencilerinin uğrak yeri olarak adlandırabiliriz. Namık Kemal Üniversitesi orada olduğu için gece hayatı da daha hareketli bir yer. Birçok yeme içme mekanı mevcut. Denize bakan bir restoran tarzı bir mekana gittik. Kahvaltımız güzeldi. Biraz kumsalda yürümeyi tercih ettik. hava güneşli olmasına rağmen fazlasıyla rüzgarlıydı. Bu havalarda insan ne giyeceğini şaşırıyor gerçekten. Toplu ulaşım aracıyla gidilebilen yerler tercih ediyoruz ve ağaçlık alanı olan bir parkta vakit geçirdik. Çarşı- sahil arasında gidip gelirken Rakoczi Müzesi'ne girdik. Ben daha önce gelmiştim fakat yine de eski tarihi yerleri gezmek bende ilgi uyandırıyor. Birkaç eski eser fotoğrafladım. Onları hemen bu yazının altına koyacağım. Rakoczi bir macar prensi. 1600-1700'lü yıllar arasında yaşamış bir halk. Bana daha çok William Shakespeare eserlerindeki ambiyansı andırıyor. Ortam çok sessiz eski bir ev haliyle. Ahşap merdivenler mevcut. Bir dahaki gezimizde burada bulunan müzelere de gitmeyi umuyorum.




























İkinci bir yayını kısa olacağı için buradan devam ediyorum. Bu ay okuduğum kitap ve hâlâ da okuyor olduğum kitap Clarrisa Pinkola Estes'in kurtlarla koşan kadınlar'ı. Ben şimdilik 400lere kadar geldim ve kısa sürede bitirmem gerekiyor çünkü kütüphaneye iade etmeliyim. Kitapla ilgili görüşlerime geçersek Kadın olmanın iç görüsüne dair eski tarihlere dayanan mitolojik ve efsanevi öyküler yazar pinkola estes tarafından derinlemesine bir biçimde yorumlanıyor. Psikanalitik yönü çok fazla olan bu kitabı uzun bir zaman diliminde okumak okura birçok şey katacaktır. Tabii ki biraz ağır ilerlemesine rağmen her öyküde farklı psişeler işleniyor olmasından dolayı düşündürten yönleri vardır. En çok ilgimi çeken öykü hepimizin bildiği gibi Kibritçi Kız'ın öyküsüydü. Çözümleyemediğim birçok şey keşfettim. Alıntılardan da anlaşılacağı üzere kaliteli içerikli bir kitap. Kendi içselliğimizi keşfetmek, bu serüveni yaşamak her açıdan çok verimli. Bu yüzden her kadının ve erkeğin okumasını tavsiye ediyorum.

•Sanatınızı, yani hayatınızı desteklemeyen biri için zaman harcamanıza değmez. Katı, ama gerçek. Yoksa dosdoğru gidip Kibritçi Kız'ın paçavralarını giyersiniz ve tüm düşünceleri, umutları, yetenekleri, yazıları, oyunları, desenleri ve dansları donduran bir çeyrek hayat yaşamak zorunda kalırsınız.


•Artık size vermedikleri şeyler üzerinde zaman harcamayı bırakıp, zamanınızı daha çok ait olduğunuz insanları bulmaya ayırmalısınız. Belki de özgün ailenize ait değilsiniz. Genetik olarak ailenizin bir üyesi olsanız da, huy bakımından belki de başka bir insan grubuna aitsiniz.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bohemian Rhapsody Film Incelemesi

ANNE FRANK'A MEKTUBUM

gerçeklik uyandırmadan kahven uyandırsın.